Yazının başlığından da anlayacağınız üzere, bugün bir başkenti sizlere anlatmaya çalışacağım. Ama bu Berlin, Kahire ya da Paris gibi sadece ülkesine başkentlik yapan bir şehir değil. Aynı zamanda AB, Avrupa ve NATO’nun başkenti.
Brussels Bruxelles Brüksel
Tarihi boyunca birçok önemli olaya sahne olan Brüksel’in yükselişi Brabant Dükü’nün Brüksel’i başkent yapması ile başlamıştır. Avrupa Birliği’nin 3 ana kurumu olan AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu içinde ilk ikisinin resmi organlarının büyük çoğunluğu Brüksel’de yerleşiktir. Sonuncusu Avrupa Parlamentosu ise Strazburg ile dönüşümlü olarak Brüksel’de çalışmalarını yürütmektedir. Ayrıca NATO Merkez Karargahı da Brüksel’dedir. Bunlara bağlı ve bunlarla ilgili irili ufaklı yüzlerce kuruluş da dikkate alındığında Brüksel, bu sebeplerden başta Belçika olmak üzere AB, Avrupa ve NATO’nun başkenti olarak gösterilir. Hepsi bir yana dursun Brüksel, benim asıl ilgilendiğim konu olan çikolatanın, biranın ve waffele’ın başkenti.
Brüksel’de Görmeniz Gereken Yerler
- Atomium
İlk olarak Belçika’nın simgesi haline gelmiş ikonik bir yapıyla başlıyoruz. Bunu ilk gördüğümde görselliğinden büyülenmiş ancak ne olduğunu tam bilememiş olarak kim niye bu parlak küreleri böyle koydu diye biraz düşünmüştüm. Halada düşünürüm böyle bir şey bu kadar turist çekiyorsa neden bizde ülkemize böyle yapılar inşa etmiyoruz diye. Neyse konumuz bu değil. Öncelikle ulaşım. Brüksel şehir haritasını elinize aldığınızda Atomium haritanın kuzeyinde şehirden birazcık uzakta gözüküyor ama bu gözünüzü korkutmasın. Atomium’a gitmek için şehir merkezindeki herhangi bir metro durağından, altıncı metro hattını takip ederek hattın son durağı olan Heysel’de inmeniz gerekiyor. Heysel durağında indikten sonra zaten Atomium’u göreceksiniz sonrası yakın.
Atomium, Andre Waterkeyn tarafından 1958 yılındaki Expo 58 fuarı için tasarlanmış. Herkes bunu diyor ama ben kim bu Andre Waterkeyn niye böyle bir şey yapmış diye biraz daha araştırdım. Atomium’u tasarlayan Andre Waterkeyn bir sanatçı, mimar ya da tasarımcı değilmiş. Aslen mühendis olan Waterkeyn bir metal şirketinde yöneticiyken 1954 yılına gelindiğinde kendisinden 1958 World Expo fuarı için Belçika’yı sembolize edecek bir çalışma yapılması istenmiş. Waterkeyn Atomium’u tasarlarken demirin kristal kafes yapısının 165 milyar kez büyütülmesinden esinlenmiş ve ortaya dokuz çelik kürenin on iki boru bile birbirine bağlanmasından oluşan 102 metre yüksekliğinde 335 metre genişliğinde devasa bir atom çıkmış. Ülkede onca mimar, tasarımcı, sanatçı duruken böyle bir yapının metal şirketinde çalışan bir mühendis tarafından tasarlanmasını istemek biraz tuhaf gelsede Waterkeyn güzel iş çıkarmış diyebilirim.
Yaklaşık 18 m. çapındaki dokuz küreden oluşan yapının üç küresi haricindeki kürelerin tamamını gezebiliyorsunuz. İlk küreler daha çok Atomium’un geçmişi hakkında bilgi veren panolar, fotoğraflar, inşaat çalışmaları, eskiz çalışmaları gibi şeylerin bulunduğu sergi alanları ve bir öğrenci alanından oluşuyor. En üstteki, yaratıcısı Andre Waterkeyn adını taşıyan küre ise sizlere harika bir panoramik Brüksel manzarası vadediyor. (Havanın açık olduğu günlerde Antwep şehrine kadar göründüğü söyleniyor) Bu katta manzaranın tadına varabileceğiniz gibi restoranında gerçek lezzetlerinde tadına bakabilirsiniz.
- Mini Avrupa
Benim gittiğim tarihte (Şubat 2018) bakımda olan giremediğim ama Atomium’un tepesinden birazcık görebildiğim Miniatürk benzeri bir mini dünya. Avrupa Birliğine bağlı 27 ülkenin küçültülmüş maketlerinden oluşan 24.000 metrekarelik minyatür parkı Atomium’un hemen yanında yer alıyor. 80 şehirden yaklaşık 350 adet 1:25 boyutunda küçültülmüş minyatürle kolayca tüm Avrupayı gezebilirsiniz 🙂
- İşeyen Çocuk Heykeli
Reu de I’Etuve ve Reu de Chene sokaklarının kesişiminde Grand Place meydanına oldukça yakın bir yerde olan Manneken Piss (İşeyen Çocuk) 1619 yılında Brüksel’li heykeltıraş Hieronimus Duquesnoy the Elder tarafından yapılmıştır. 1619 yılında yapılan bu 61 cm boyundaki küçük çocuğun günümüze kadar büyüyememesinin acı bir nedeni var. Yapıldığı günden bu güne bazı kaynaklara göre 6 bazı bazılarına göre 8 kez çalınmış her seferinde yenisi konulmuştur. İlk olarak demir parmaklıkların ardından, bir bir buçuk metre uzaktan gördüğünüzde basit bir bronz heykel gibi gelebilir ama bu çocuğu özel kılan bir çok efsaneleşmiş hikayeleri ve zengin bir gardırobu var. Evet gardırop. Heykelin kıyafeti olur mu demeyin sakın bu küçük çocuğun dünyanın bir çok yerinden gelen yaklaşık 600 parça kıyafeti var. Gittiğinizde onu çıplak görmeniz muhtemel çünkü sadece özel günlerde özel kıyafetler giyiyor ama kıyafetlerini görmek isterseniz onları Brüksel Tarih Müzesinde bulabilirsiniz. Ayrıca şehrin maskotu haline gelmiş bu küçük çocukla ilgili birçok hediyelik eşya bulabilir, alabilir arkadaşlarınıza hediye edebilirsiniz.
Heykelin yakınlarında bir kız çocuğu heykeli daha göreceksiniz. Bu heykel işeyen çocuk heykeline eşlik etmesi için yapılmış ancak beklenen ilgiyi bir türlü görememiştir. Yanan şehri işeyerek kurtarmadığından ya da fitili yanan bombayı işeyerek durdurmadığından olsa gerek.
- Grand Place
Avrupanın en önemli ve en hareketli meydanlarından biri olan Grand Place barok, gotik gibi çeşitli mimari tarzlardaki tarihi yapısıyla turistlerin ve yerli halkın ilgisini epey bir çekmektedir. Gündüz yapıları ve içindeki müzeleri gezebileceğiniz Grand Place gece sarı tonlarındaki muhteşem aydınlatmasıyla çok daha güzel bir yere dönüşüyor. UNESCO dünya mirası listesinde olan meydanda alışveriş yapabileceğiniz yerlerin yanı sıra çeşit çeşit Belçika çikolatalarını, wafflelarını ve biralarını tadabileceğiniz bir çok kafe ve restoranda bulunuyor.
Ayrıca gezinizi denk getirebilirseniz her iki yılda bir Ağustos ayında Grand Place da devasa bir çiçek halı festivali yapılıyor. Harika bir deneyim olabilir.
- Brüksel Kent Müzesi
Grand Place’ta bulunan Brüksel Kent Müzesi, Brüksel şehrinin geçmişinden günümüze kadar olan süreci anlatan, birçok resme, heykele ve benim için en önemlisi işeyen çocuğun gardırobuna ev sahipliği yapıyor. Müzenin içinde birde mini europe benzeri bir maket model alanı bulunuyor. Burada şehrin eskiden nasıl göründüğünü, içindeki binaları – evleri, çevresindeki surları ve kapıları görerek o zamanlarda nasıl bir yaşam olduğunu kafanızda canlandırabiliyorsunuz. Pazartesi hariç her gün 10.00 – 17.00 arası ziyarete açık olan müzeye uğramadan Grande Place’ı gezdim demeyin.
- Galeries Royales Saint Hubbert (Galeri Royal)
Bana Milano’daki Galleria Vittorio Emanuele yi hatırlatan ama o kadarda büyük olmayan pasaj 19. yüzyılın ortalarında “herkesin her şeyi bulabileceği bir pasaj” olarak yapılmış. Galeries Royales’te şimdilerde çeşit çeşit çikolatacılar, restoranlar, kafeler, pahalı butikler, mağazalar ve birde eski havasıyla ilgimi çeken güzel bir sinema yer alıyor.
Vakti zamanında Baudelaire, Alexandre Dumas ve Victor Hugo gibi ünlü Fransız edebiyatçılar bugünkü ismi Taverne du Passage olan Café dela Renaissance’a takılır, burada sohbet ederlermiş. 200 metrelik oldukça şık bir cam tavanı olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.
- St. Michael ve St. Gudula Katedrali
Galeri Royalden sonra gitmek isterseniz pasajın Rue d’Arenberg caddesi çıkışından çıkıp sağa dönünce az ileride küçük bir park görüyorsunuz parkın hemen üstünde ise St. Michael ve St. Gudula katedrali.
Victor Hugo’nun gotik mimarinin en sade örneği olarak nitelendirdiği yapı 12. yüzyıldan kalma bir kliseyken 1962 yılında katedral unvanına kavuşmuştur. 12. yüzyıl dedim ama aslında kökleri çok daha eskilere dayanıyor ve ismide tarihinden geliyor. Katedralin bulunduğu alanda ilk olarak 8. yüzyılda St. Michael’e adanan bir şapel, ardından 11. yüzyılda inşa edilen bir klise yapıldığı düşünülmektedir. Sonrasında 11. yüzyılda Aziz Gudula’nın kutsal hazinesinin buraya getirilmesi ile yapıya Cathedrale Saint – Michel et Gudule adı verilmiştir.
Ayrıca kraliyet ailesinin düğün ve cenaze merasimlerininde burada düzenlendiği bilinmektedir.
- Brüksel’de Ne Yemeli
Belçika denince akla ilk gelenler Çikolata, Bira, Patates ve Waffle bunların dışında bir yemeği varsa bilemiyorum kusura bakmayın.
İlk olarak her yerde karşınıza çıkan çikolata için şehrin bir çok yerinde sayısız alternatif var ama özellikle Grand Place ve Galeries Royales Saint Hubbert gibi turistlerin yoğunlukta olduğu yerlerde çok güzel çikolata dükkanları ve leziz çikolataları var. Benim tavsiyem büyük ve lüks dükkanların içine girip çikolataların her birinden tatmanız seyahatim boyunca hiç çikolata almadım ve yemediğim çikolata kalmadı.:)
Bira için söylenilen olmazsa olmaz bir yer var. Delirium! 2000 çeşit birasıyla Guinness dünya rekorlarına girmiş bir yer. Belçika’da her biranın bardağı olduğu ve her bira kendi bardağıyla içildiği için bu aynı zamanda 2000 çeşit bardak demek. (Basit bir carrefour’da bile en az 100 çeşit bira görebilir hangi birinin tadına bakayım derken sarhoş olabilirsiniz dikkatli olun:))
Waffle için yer aramanıza gerek yok o sizi bulur ve kendine çeker. Sokakta yürürken burnunuza gelen nefis kokuyu takip edin ya bir kafeye ya da sokak wafflecısına çıkacaksınız.
Bildiğimiz patates kızartması burada pek bir meşhur. Sokaklarda çubuklara takılmış kızarmış patatesler ya da kağıt külahlarda patates kızartması satan yerleri göreceksiniz. Bunlara mutlaka gidin patateslerini yiyin. Büyülü bir formülleri olmalı çünkü bunlar yediğim hiçbir patatesin olmadığı kadar lezzetliler.